Ses Sese Karşı

Yani kontrpuan… Kendi yolunda ve ritminde giden bağımsız ezgileri, üst üste yığmak marifetiyle, armonik açıdan birbirine bağlama zanaatı. Yani bir ses işçiliği… Huxley, müzikteki kontrpuan tekniğinden esinlenerek, her insanı bir ezgi olarak düşünmüş. Toplumun her kesiminden, değişik yaşlardan, çeşitli mesleklerden bir yığın ezgi toparlamış. Önce bölüp sonra yönetmek suretiyle, onları birer ikişer ele alıp, bir armoni bütünlüğü oluşturacak şekilde birbirleriyle ilişkilendirmiş. Kişilerin kurdukları bağları, kaynaşan gönüllerini, çatışan dünya görüşlerini okuyoruz. Elimizde zar zor tutsak da, cümbüşlü bir kişilik kataloğu inceliyoruz. 

Barok müziğin karakteristik özelliklerinden biri olan kontrpuantal mimariyi şöyle düşünelim: Çok sesli müzik yazısı hem yatay hem dikeydir; hem satırları hem sütunları vardır; hem soldan sağa hem yukarıdan aşağı işler. Bu minval üzere eserler vermiş J. S. Bach, bir kontrpuan ustasıdır; ki romanda kendisine “şair” sıfatı yakıştırılmakta, bir konser sahnesinde flüt ve yaylı sazlar için si minör suit seslendirilmektedir. Parçanın bu sayfalarda yer alan analizi, aynı zamanda Huxley’in bir yığın insanla neyi göstermek istediğinin de cevabı:

“Başlangıçtaki largo’da, Pongileoni’nin o pis ağzı ve hava sütununun yardımıyla bir demeç vermişti Johann Sebastian: Dünyada yüce şeyler vardır; soylu şeyler vardır, doğuştan görkemli insanlar vardır; gerçekten birer fatih olan, aslında yeryüzünün efendileri sayılabilecek insanlar vardır. Ama Bach, fugue’e benzeyen allegro bölümünde, bunların egemenliklerini sürdürdükleri dünyanın, karışık ve çok çeşitli olduğunu düşünmüştü. İnsan, gerçeği bulduğunu sanır; kemanlar, bu apaçık, kesin, karşı konulamaz gerçeği müjdeler; bu gerçek elinizdedir, zafer sevinci içinde avucunuzda tutarsınız onu. Ama bu gerçek elinizden kaçıp, önce viyolonseller, daha sonra da Pongileoni’nin titreyen hava sütunu sayesinde, yeni bir biçimde ortaya çıkar. Müziğin çeşitli parçaları ayrı ayrı yaşarlar; birbirlerine dokunurlar, yolları karşılaşır; görünüşte kesin ve kusursuz olan son bir uyum yaratmak için bir an birleşirler, sonra gene ayrılırlar. Her biri tek başınadır, ötekilerden ayrıdır, her birinin kendine özgü bir benliği vardır. Keman, “Ben, ben’im; dünya benim çevremde döner,” der; flüt, “Benim çevremde,” diye dayatır. Her biri de aynı derecede haklı ve aynı derecede haksızdır; ve hiçbiri, ötekini dinlemek istemez.” 

Yani, bu bir insanlık fügü. Tipik bir roman yok karşımızda: Belirli bir konusu, bir olay örgüsü, beklenen bir sonu, yok; bol kepçeden karakteri var. Politik, romantik, alkolik, sarkastik, hedonist, komünist, sanatkâr, dindar, barbar, uygar, her profilden insan; aydın, bilgin, zengin, seçkin, çapkın, dargın, sıkkın, yoksun, suskun, tutkun, her sıfattan insan mevcut. Başta Huxley’nin kendisini ve rivayet o ki D. H. Lawrence’ı temsilen olmak üzere, yazar olan karakterler var; ressamı siyasetçisi, askeri aylağı, bilim insanları var. Görüyoruz ki kimisi yaşayan ölü, kimisi hayatını yaşıyor. İnsanın para ile olan ilişkisi ayrı, gönül ilişkisindeki davranışları ayrı şaşırtıyor.

Belirtmeliyim ki burada roman türünü müzikleştirme çabası yok aslında. Yani sözcüklerin anlam değerlerinden ziyade müzikal değerlerini önemsemek gibi simgeci bir yaklaşım yok. Ancak deneysel bir çaba var: Müzikte düşünce ve duygu değişimleri, perde / makam / tema geçişleri ile yansıtılıyorsa; romanda bu tür beklenmedik geçişler, yeterince karakter ve kontrpuanı andıran paralel konularla niye yapılmasın? Ses Sese Karşı, kontrpuantal bir müzik parçasının çapraşıklığına kesinlikle sahip. Fakat onun bütünsel yapısındaki düzene ulaşamamış dahi olsa, çıkan gürültü hiç de kuru değil. Son tahlilde, bu bir düşün romanı: Bir insan panayırına girip, fikirlerine tanık olarak geziyoruz. Yani, her kafadan bir ses çıkıyor!

Share this Post