İnsanlık tarihindeki kitlesel ölümlerin sadece doğal afetler veya salgın hastalıklar sonucu gerçekleşmediğini, diktatörlükten ölen insan sayısının da bir hayli fazla olduğunu düşünürsek, diktatörlüğü bir hastalık olarak ele alma fikri akla yatkın. Mısırlı yazar, kendi memleketinden Cemal Abdülnasır (1918 – 1970) örneği başta olmak üzere, Adolf Hitler (1889 – 1945), Benito Mussolini (1883 – 1945), Saddam Hüseyin (1937 – 2006), Muammer Kaddafi (1942 – 2011), hatta tadımlık da olsa Abdülfettah Sisi
Okyanus bilimci Sargun Ali Tont’un kısa kısa yazılarından mürekkep, şimdi ‘mürekkep’ deyince de aklıma ilk gelenin ‘kalem’ yerine ‘balık’ olmasına sebep, “ekolojiye giriş” paketi. Her gün bir iki yazı okurum, niyetiyle kapağını açıp, dadanmak suretiyle bir iki günde içindekileri tükettim. Hayır pişman değilim. Olay günü her zamanki koltuğumda oturuyordum ve paket iki bölümlüydü. Birinci bölüm çevreciliğin tarihsel ve bilimsel tarafına odaklanmış. Teknik terimlere boğmayan bir bilgi akışı içerisinde, gözümüzün önünden
Yalnız bir çocukluk geçirmiş Alberto Manguel, kendini okumaya vererek tek başınalığına anlam kazandırmış; gençliğinde, görme yetisini yitirmiş Jorge Luis Borges’e kitap okuyuculuğu ve kendi tabiriyle ‘not defterliği’ yapmış, çokdilli bir okuryazar. Tutkulu her okur için belgesel niteliğinde olan bu incelemesinde —okuma ediminin kümülatif olduğunu düşünürsek— konuya dair birikimini de iyi yağdırmış. Simülasyon niyetine, kafalara hafif bir soru yağmuru çiselesin: Bir Nambikwara Kızılderilisi, uydurarak çiziktirdiği şekillerin de okunabilir olduğuna neden inanmasın
Gerektiği gibi bilimsel ama mümkün olabildiğince basit bir anlatımla, temel insan duyuları nasıl işler ve bu işlemlerin bitki dünyasındaki tekabülü nasıldır? Bunun cevabını okurken şunlar açılıyor: Seninki gibi beyinleri yok ama biyolojik bilgiyi depolayıp hatırlama yeteneğine sahipler. Varlığını algılarlar ama boşuna konuşma, maalesef sağırlar. Acı duymasalar da dokunulmaktan hoşlanmıyorlar; el kol şakası yapma. Sen ışık dalgalarını resme dönüştürürken onlar bilgiye dönüştürüyor; hayat memat meselesi… Koku sinyalleri yayabilir, senin gibi onlar
Küçükken Datça’da oynamayı en çok sevdiğim oyun bisikletle kaybolmacılıktı. O zamanlar özgürlüğüm, içerisinde bulunduğum tatil sitesinin sınırlarıyla kısıtlıydı. Bir sağa bir sola da dönsem, ormanın içinden de geçsem, beş sol üç sağ da yapsam, ne yaparsam yapayım, ağzımla kuş da tutsam o kuş beni sahile uçururdu. Hâliyle oyunumun amacı mümkün olduğunca geç denizi görmekti; deniz demek ‘game over’ demekti. Şimdilerde ise Datça’nın merkezinde yaşıyorum. Bu kitaptan edindiğim taze teorik bilgileri
Yazarın deyimiyle “Cihangirleşen Yeldeğirmeni, Etilerleşen Koşuyolu ve Beyoğlulaşan Kadıköy”e karşı öncelikle mimar ve şehir-bölge plancısı arkadaşları göreve çağırıyorum. Sonralıkla, hangi arkadaşların ilgisini çeker bu kitap? Kadıköy’ü tanıyorsanız/seviyorsanız/benimsiyorsanız, üstüne hayata merakla bakan gözlere sahipseniz, sayfalarını bir bir gezerek unutulmaya yüz tutmuş kent bilgilerini keyifle okursunuz. Düşünsenize: Şehremaneti Binası’nda nikâh kıyılıyor; Haldun Taner Şehir Tiyatrosu’nda meyve sebze satılıyor; PTT malikânesinde Fransız uyruklu Tübini ailesi oturuyor; Beyaz Fırın hep Beyaz Fırın ve Koço
Kargo kolisinden çıkardım ve ilk izlenim olarak onu yemek istedim. Kelimesi kelimesine, TDK’nin “ağızda çiğneyerek yutmak” olarak tanımladığı şeyi ona yapmak istedim. Neden? Çünkü böyle tatlı kapak tasarımı olmaz olsun. Karnımı doyurduktan sonra okumaya başladım; tehlike geçmişti. Okudum, elime geçen kalemi aldım; okudum, elime geçen kalemi aldım; okudum, elime geçen kalemi aldım… Son tahlilde, hemen hemen bütün sayfalarında altı çizili satırlar, işaretlenmiş paragraflar, alınmış notlar ve çeşitli kalemlerle yapılmış tuhaf